13 Şubat 2014 Perşembe

MESELE; Çay ile muhabbet



ÇAY İLE MUHABBET
Size de oluyor mu? Sevdiğim insanların, gönül bağım olmasını istediğim insanların ne okuduğunu, ne dinlediğini, hobilerinin ne olduğunu hep merak etmişimdir. "Tekrarı imkansız değil, daha iyisini yapabiliriz" cümlesindeki düşünceyi anlayabilmiş insanların özellikle... Hangi filmi izler, hangi çiçeği yetiştirirler, hangi kokuyu severler. Araştırıp, takip edip hatta hala üretimi de...vam eden, II. Abdülhamid Han'ın kolonyasını bir vesile ile temin edişimi bile buna bağlarım. Bu arada cidden güzel koku. Bu yüzden belki de benim sosyal medyayı sevmem. Sevdiğim insanlar sosyal medyada ne kadar siyasal ilmi konularda ağırlıklı yazsa da insanlık dürtüsü gereği farklı paylaşımlarda da bulunabiliyorlar.
Hakan Albayrak'a bir köşe yazısında yazdığı "Hayaller kuran, "yenilmeyi hazmedenler kahrolsun" diye haykıran, Allah'a iman etmeyi her şeyin üstünde tutanlara, daima ümitli, daima dinamik, daima heyecanlı kalanlara selam olsun" paragrafıyla ilgim arttı. Köşe yazılarını, şiirlerini kaçırmaksızın okurum. Ama sosyal medyayla ilişkisi olmasa Bob Dylan'ın "One More Cup of Coffee" şarkısını sevdiğini Abba'dan "Fernando" şarkısını dinlediğini bilemezdim. Esas ilgimi çeken tabi ortak şarkılar değil. Fernando bestesini dinlediği zaman buradaki hissiyatını Mavi Marmara yolcularına atfedip onu bu cihet ile dinleyebilme kabiliyetidir benim onunla sohbet isteğim.
Fatih Tezcan uzmanı olduğu konu dışında yazmayan, twitter, facebookda vb sosyal ortamlarda da bunun dışında paylaşımda bulunmayan hep aşırı ciddi biri gibi gelmiştir mesela insanlara. Onunla bu cihetle sohbet edemeyeceğimi düşünmüş, çay içmeyi hiç de hayal etmemişimdir. Oysa öyle değilmiş. Fatih Tezcan, aslında bu yazıda siyasi konulara girmek istemesem de siyasetin içerisinde yer alan bir karakterdir. Öyle körü körüne insanları incelemeden, araştırmadan sohbet etmeyi istemem. Fatih Tezcan'ı da bu yüzden seviyorum. Eğitimi, yaşadıkları, hayat tecrübeleri, vazgeçişleri, kabullenişleri ile bir kahve üzere üç çay içmek istediğim nadir adamlardandır. Geçenlerde sosyal medyada Fransızca, Indila’nın "Derniere Dance" adlı parçasını paylaşmış, bayıldım bayıldım. Belki on sefer üst üste dinledim. Sohbet etmek istediğim de ne kadar haklı olduğum için dahi kendimi daha çok sevdim. Şarkı da kaybediş, tükeniş, direniş, tevekkül, başarı, umut ve dua Fransızca da olsa hepsi bir arada. Tabi şarkıya onun gözüyle bakanlar için. Fatih Tezcan'la sohbet isteğim, sadece sağlam duruşu, belki birilerine fazlaca sert gelen üslubuyla ilgili değil, öyle de olsa bunun yanı sıra da, Bruce Willis'in Jackal filminin giriş müziği Massive Attack grubunun "Superpredators" şarkısını sevmesi yeri geldiğinde film önerisi olarak Agora'yı önerebilmesidir.
Sevdiğim, merak ettiğim insanlar tabi bazı programlara katılmak için şehrimize geliyorlar. Bir vesile onlarla konuşabilmek bir bardak çay arası olsa dahi sohbet edebilmek için araya insanlar koyup randevu almışlığım vardır mesela... Aslında çay demişken, çay yalnız olmuyor, kahveye yakışıyor yalnızlık. Sohbet sırasında kahve ile başlanılan muhabbet "aslında zamanım var müsaitim peşinden çaya devam edebiliriz" gibi gelmiştir hep bana. Ne içersin diye sorulan ikram etme isteğinde "çay" diyenlerden "işimizi halledelim, seninde benimde meşguliyetimiz olabilir" anlamını çıkartırım. Eğer ilk çaydan sonra ikinci çay teklifi ve kabulü yapılıyorsa bunun manası işin uzadığı değil, ben senle sohbet etmeyi seviyorumdur. Üçüncü bardak çay ancak dostlarla içilendir. Her ne kadar bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır dense de bence bir fincan kahve üzerine üç bardak çayın sonsuz hatırı vardır.
Yıllar önce Selman Kayabaşı'nın okuduğum Teşkilat adlı romanında Sevban ile Eyzün'ün çay demleme ve içme adabı hiç aklımdan çıkmaz. Çay üç şeyle yapılır, çay üç şeyle içilir yorumları aklımın bir köşesinde hep bu romandan kalmıştır.
Salif Keita'dan dinlediğim "Folon" parçası, parçadaki ezgi, bana hep merhameti hatırlatmıştır. Böyle bir ezgiyi insan sesiyle melodi haline getirebilen insanı araştırdığımda bunun bir sebebi de (benim için) ortaya çıktı. Sen Afrika'nın bir köşesinde dahi olsa Mali Devleti'nin kurucu ailesi Keita'nın torunu olacaksın ama dünyaya siyahların yaşadığı bir kıtada albino hastalığıyla geleceksin. O kadar zenci içerisinde, zencinin beyazı. Dışlanmışlık, hüzün, farklılık bir arada. Hikaye bundan sonra; ailesi bile dışlıyor Salif'i. Memleketini terk etmek zorunda kalıyor. Öğretmen olmak isterken para kazanmak için müzisyen oluyor. Türkiye'de çok bilinmese de o kadar dışlanmışlıkla hayatını başarıya çevirmiş bir insanla bilmem çay içer mi benle ama ben sohbet etmek isterim kendisiyle.
Yazınca bana yazılarında hep iktidar yanlısı davranıyorsun diye eleştiriler geliyor. Bir defa şunu söylemek isterim ki siyaset illa bir gruba dahil olmak değil, doğru bildiğini hakim kılmaya çalışma sanatıdır. Bu minvalde ben Nabi Avcı'yı "Martin Lings" gibi bir din bilgininin kitaplarını Türkçeye çevirmesiyle tanıdım. Molla Kasım lakabıyla mizah yazılarını okudum. "Kabinenin yeni bakanlarından... Dillere destan bir kalem tutkunu. Evi, makamı kalemlerle dolu. Cebinde ve çantasında çok sayıda kalem taşıyor. Her sabah evden çıkarken cebine farklı kalemler koyuyor. Ne zaman yeni bir kalem alsa 3 kez öpmeyi ihmal etmiyor" duyumuyla tanışma isteğim bir daha kabardı. Adam bir de profesörmüş. Kalemleri konuşmak, Martin Lings'den bahsetmek, Molla Kasım'la mizaha aldığı konuları icra makamına nasıl döktüğünü, bir kalem aldığında ilk ne yazdığını, aldığı kalemi neden üç defa öptüğünü konuşmak için Çorlulu Ali Paşa'da nargile içerek üçten fazla çay ile sohbet etmek isterim. Çay olsa da içsek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder